Anadolu'daki kadınların bitkilere bakış açısı

Doğa Sohbetleri
-
Aa
+
a
a
a

Doğa Sohbetleri'nden Raziye İçtepe, arkeolog ve etnobotanik araştırmacısı Füsun Ertuğ'u konuk ediyor ve Anadolu’daki kadınların bitkilere bakış açısını ve onlarla ilişkilerini konuşuyor.

Fotoğraf: Mustafa Reşat Sümerkan
Anadolu’daki kadınların bitkilere bakış açısı
 

Anadolu’daki kadınların bitkilere bakış açısı

podcast servisi: iTunes / RSS

Raziye İçtepe: Merhabalar, Doğa Sohbetleri’ne hoş geldiniz. Ben Raziye İçtepe. Bu hafta oldukça ilgi çekici bir konumuz ve konuğumuz var. Özellikle Anadolu'daki kadınlar ve bitki ile ilgili bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz bilgileri bizlere anlatmak için arkeolog ve etnobotanist araştırmacı Füsun Ertuğ bizlerle birlikte. Füsun Hocam hoş geldiniz.

Füsun Ertuğ: Hoş bulduk.

R.İ.: Hocam, sizlerle tanışmak ayrı bir şeref. Özellikle etnobotanik açısından Anadolu'da yaptığınız çalışmaları duymak açısından da kıymetli bir sohbet olacak bugün. Teşekkür ederiz bizlere vakit ayırdığınız için. 

F.E.: Ben teşekkür ederim Doğa Derneği’ne bütün çalışmaları için.

R.İ.: Çok çok sağ olun Hocam. Ben etnobotanik ve özellikle kadınlar ve bitkiler arasındaki ilişkiden biraz bahsetmek istiyorum. Sorularım var ama ondan önce biraz kendinizi tanıtır mısınız bize?

F.E.: Tabii. Siz de söylediniz, arkeoloğum. Anadolu'da kazı için bulunduğumuz köylerde ve seyahatlerde halk bilim konusunda da çalıştım, gözlemler yaptım. Özellikle halk el sanatlarının bitkilerle olan ilişkisine yoğunlaştım. Buna bilimsel adıyla etnobotanik diyoruz ya da halkın botanik bilgisi diyoruz. Bu alandaki doktoramı ABD’deki Washington Üniversitesi'nde Antropoloji dalında yaptım.

Türkiye'de etnobotanik konulu birkaç uzun süreli proje yönettim. Özel bir üniversitedeydim bir süre ve kurslarla etnobotaniği yaygınlaştırmaya çalıştım. Çünkü bu Türkiye'de çok tanınan bir dal değildi. Şu anda çok daha iyi tanınıyor, çok daha bu konuda fazla çalışılıyor ki yine de yeterli değil tabii. Özellikle benim üzerinde durduğum konu, ‘kırsal kadının bilgi birikimi’. Ben, doktora sırasında bu konunun farkına vardım ve özellikle daha da bilimsel olsun diye biokültürel miras diyoruz - biokültürel miras dediğimizde önemli bir şey olduğunu anlıyorlar - yoksa kadınların botanik bilgisi dersek tam olarak ne dediğimiz anlaşılmıyor.

Fotoğraf: Mustafa Reşat Sümerkan

F.E.: Bitkilere ilişkin bilginin açığa çıkarılmasına çalışıyorum çünkü bu sözlü bir kültür ve ne yazık ki kuşaktan kuşağa aktarımlar da zayıfladığı için bizim gidip zorla almamız gerekiyor. Bu konu benim için çok önemli. Ayrıca kadın arşivleri konusu da çok önemli bir konu. Bu konuda 1990'da beş arkadaş İstanbul’da Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nı kurduk ve hala onun çalışmalarına katılıyorum. Çünkü arşivcilik ve derleme çalışması benim için çok önemli. Biraz dışarıdan da yapıyorum şu anda çünkü İznik’teyim yani 2008'den beri İstanbul dışındayım. Yapabildiğim kadarıyla yerel çeşitlerle çok küçük ölçekli bahçe tarımı yapıyorum. Burada yaşıyorum ama İstanbul ile bağımı koparmadım, gidip geliyorum.

R.İ.: Hocam, ben de halk bilimci olduğum için hissiyatınızı çok iyi anlıyorum. Arkeoloji ve halk bilim etnobotanik, aslında her ikisi de bilgiye, obje ya da somut olmayan kültürel miras olabiliyor bazen. İkisi de kazının ortaya çıkarılması yani biri toprak altından biri zihinlerden belleklerden çıkıyor. O anlamda çok kıymetli yaptığınız çalışmalar. Özellikle biraz önce de söylediğiniz, bizim yaptığımız sahalarda da aynı şeyi gözlemliyoruz aslında; üretimse, hayatta kalma ise bilginin hep kadın belleği üzerinden aktığını gördük. Bu büyüleyici bir bilgi, büyüleyici bir hal. Kadın ve doğa arasında nasıl bir ilişki gördünüz ve bu ilişkiyi önemli kılan nedir?

F.E.: İnsanların en önemli gereksinimlerinden biri gıda; öbürü bunun temini ve işlenmesi. Sadece temini değil işlenmesi de önemli ve bu özellikle kadınların işi olmuş her zaman. Bazı toplumlarda bu iş bölümü farklılıklar gösterebiliyor ama bu da çevremizde doğa ile yaşamak, onu gözlemlemeyi, tanımayı ve koruyup kollamayı da bilmek demek. Onun için şimdi bütün doğa koruma çalışmalarında kadınları önde görüyoruz ve aynı şekilde her türlü demokratikleşme çabasında da en önde saf tuttuklarını görüyoruz, öncü olduklarını görüyoruz ama konumuza dönersek, kadınların pek çok kültürde toplayıcılığını, tohum olsun, ot olsun, kök olsun, meyve olsun, hatta küçük hayvanlar salyangoz, çekirge olsun, yenilebilir bütün doğalları topladıklarını, bütün gıda gereksinimlerini özellikle avcılıktan çok, bitkisel malzeme ile karşıladıklarını görüyoruz. Bunu neolitikten itibaren de görebiliyoruz. Ayrıca bitkilerle hem koruyucu hem de sağaltıcı tıbbı geliştiriyor kadınlar.

Fotoğraf: Mustafa Reşat Sümerkan

F.E.: Orta Çağ'a kadar biliyorsunuz, tıp kadınların denetiminde. Sadece toplamakla kalmamışlar bitkileri, ezmişler, pişirmişler, öğütmüşler yani onlar da hep kadının işi yani zehrini gidermişler. Bu da çok önemli. Bildiğimiz yenilebilir bitkilerin bir kısmı zehrinden nasıl giderilebileceğini de kadınlar biliyor. Kimisinde yakı yapmışlar, merhem yapmışlar, yağ haline getirmişler. Dolayısıyla sağaltım da kullanmışlar. Paleolitikten Neolitiğe geçişte, bu seçtikleri tohumları istedikleri yere, kendi kamplarına ya da tercih ettikleri yere yakın bir yere dikerek üretmeyi başarmışlar.

Tabi ki biz geçmişte bunu kadın mı yaptı, erkek mi yaptı bilmiyoruz ama kadınların bu tohumla, toprakla olan çok yakın ilişkisi bunu daha çok kadınların seçiciliği, başarısı gibi algılamamıza neden oluyor. Bunu çok bilimsel bir teori olarak ileri sürmüyorum sadece o daha yakındı. Özellikle seçtikleri tohumlar, uzun süreli saklamaya elveriş tohumlar tahıllar, baklagiller, bir de dokuma yapabilmek için lif bitkilerini topluyorlar ve onları ekiyorlar. İlk ekilenlerden ama sınırlı sayıda bitkiyi ekiyorlar çünkü tarım çok zor bir uğraş. Başını bekleyeceksin, hasat edeceksin ve sonrası da var. Özellikle yabani hayvanlardan koruyacaksın bunu. Dolayısıyla birçok bitkiyi toplamayı sürdürüyorlar yani onları evcilleştirmekle uğraşmıyorlar. Bugün Anadolu’da halen sürüyor ve hem de her yerde sürüyor. Yaptığım çalışmalar her yerde kadınların yenebilir ve şifalı bitkilerle, bahçe bostan tarımıyla çalıştığını ve bu konuda uzmanlaştığını gösteriyor. 

Kadınların bir özelliği de bunu aktarma ve paylaşma becerileri. Erkeklerde bunu görmüyoruz. Kadınlar birçok işi imece ile yapıyorlar biliyorsunuz kırsallarda. Bu da haneler ve kuşaklar arası paylaşımı güçlendiriyor yani birçok ilişki ağı kurarak o toplumun ayakta durmasını sağlıyorlar. Benim için kadın ve doğa dediğiniz zaman bu sorunun cevabı bu aşağı yukarı.

Fotoğraf: Mustafa Reşat Sümerkan

R.İ.: Hocam, kadın ve doğanın kopmaz bağları var ve o bağlarla birbirine bağlılar. Bunu hem sizin anlattığınız bu bilgilerden hem de sahalarda yaptığımız çalışmlarda çok yakından şahit oluyoruz. Geçenlerde bir bilgi okumuştum, diyor ki; ‘kadın bostanını boynunda taşır.’ Yani tohumun kaybolmasına, bir sonraki ekim zamanına kadar başına bir iş gelmesinden o kadar çok korkuluyor ki boynunda bir keseyle, elbisesinin içinde sakladığını söylüyor kitap. Bu çalışmadan yola çıkarak ve sizlerin Anadolu'da yaptığınız saha çalışmalarından yola çıkarak şunu sormak istiyorum; kadınların arası nasıl bu üretimlerin üzerinde? Bu eski üretimlerle ilgili nasıl örneklere şahit oldunuz? Biraz dönemi merak ediyorum açıkçası.

F.E.: Kadınlar çok iyi doğa gözlemcisi her şeyden önce. Çevrelerinde yüzlerce bitki oluyor hangi coğrafyada olursak olalım, Anadolu’nun neresinde olursak olalım ve bitkiler arasında hangileri yenen bitki, hangileri şifalı bitki, hangisinden boya yapılır, lif bitkisi, hayvan yemi için ne zaman toplanır, nerede bulunur... Tüm bunları gözlüyorlar ve çok iyi biliyorlar. Botanikçilerle hep çalışıyorum ben. Botanikçiler de bu ilk taban yapraklarında gördüklerini tanımlamakta güçlük geçiyor, onu ancak çiçeği olduktan sonra, bitki biraz büyüyüp, çiçek açtıktan sonra tanımlamayı tercih ediyorlar ama kadınlar hiç öyle düşünmüyor. Kadınlar, sonbaharda toprağın üstünde yaprakları görünce onun hangi bitkiye ait olduğunu, tür, alt-tür bazında bilebiliyorlar. Bunun denemesini de botanikçilerle yaptık. Ben etnobotanikçi olarak topluyorum, dört yaprak, beş yaprak, bir filiz... Botanikçi bunu teşhis edilemez buluyor ve daha sonra tabii ki çiçeğini, tüm bitkiyi, tohumunu da topluyorum. 

Çocukluğundan itibaren anası nenesiyle ot toplayan kız çocukları o bitkiyi hiç şaşırmıyor. Bir tanesi alt tür düzeyinde yenen bitki, bir tanesi yenmeyen bitki. Ben yıllarca kadınlarla dolaştım ama o çocukluktan gelen bilgi olmadığı için ya da - annem ancak ebegümeci semizotunu bize öğretti - bu kadar büyük bir çeşitlilik yoktu bizim İstanbul coğrafyasında diyeyim. Ya da o kadarını almıştı annesinden. Dolayısıyla köydeki kadınların inanılmaz bir bitki bilgisi taşıdığını görüyorum. Bunları ayrıca yemek ve ilaç haline getirmek için, lezzetli hale getirmek için, çeşitlendirmek için.... Düşünsenize, bir ottan ot köftesi yapıyor, ot böreği yapıyor ama onlar aynı otlar. O ot, kavrulabiliyor, haşlanabiliyor, salata oluyor. Bunu çeşitlendirerek o otun yenilebilirliğini de arttırıyor. Ot aynı ot, o önemli değil. Ayrıca bütününü kurutarak saklıyor, bazılarından salça yapıyor. Tabii burada, diğer tarımı yapılan bitkilerden de söz ediyorum, Hayvanları süt sağımından peynir yoğurt yapımına kadar da bütün bu süreçler biyolojik, fiziksel, kimyasal değiştirme süreçlerini müthiş bir teknolojiyle kadınlar yapıyor. Onlar cahil, genellikle bazısının okuması, yazması yok. Bu süreçlerin, bu teknolojinin bir mirası olarak alındığını görüyoruz. Siz sorunuzda, ‘kadınların kadim üretim bilgisi diyorsunuz” ya ben, o terminolojiyi kullanmıyorum ama kadim dediğimiz şey de bu. Hem üretim, hem de işleme bilgisi vardır ve bunu köy içinde yaşayarak öğreniyorlar.

Ben ilk çalışmaya 89'da başladım. Aşıklı dediğimiz Neolitik yerleşim yeri var Aksaray'da. İstanbul Üniversitesi benim de mezun olduğum Edebiyat Fakültesi’nden bir ekip Prehistorya bölümüne başlayınca ben de katıldım o kazıya. Doktora konumu da oradan seçtim. Buraya çok yakın bir köy vardı ve ben artık ne yapmak istediğimi biliyordum o yaşta. Artık bir köyde çalışmak istiyordum ama kafamda bir de tez vardı, İran'da yapılmış bir tez vardı; etnoarkeoloji tezi. 60'larda yapılmış benzer bir şey, ama ben ekonomiye bakmak istiyordum. Geçim ekonomisi araştırmak üzere bursa başvurdum ve büyük bir mucize olarak burs aldım. İki üç yıllık bir eğitimden sonra 94- 95'de köye yerleştim ve orada yaşayarak gözlemledim. Gözleyerek, uzun süre gözleyerek ancak onların neredeyse doğuştan gelen bilgisini biz uzun vadeli gözleyerek elde edebiliyoruz. Toplayıcılığı araştırdım, tarımı, hayvancılığı, avcılığı ve takası araştırdım. Çünkü takas da bu köy ekonomisinin çok önemli bir parçası.

Fotoğraf: Mustafa Reşat Sümerkan

F.E.: Bilmekten çok, fark ederek bazı şeyleri öğrendik. 100 haneli büyük bir köydü ve 500 yıldır oraya yerleşik bir köydü. Yerleşimcilerin seçtiği coğrafyaya onlar 500 yıldır hakimdi. Arada evet on bin yıl gibi dokuz bin 500 yıl gibi bir süre vardı ve de tabii ki coğrafya değişmişti. İklim, bitki örtüsü de değişmişti ama ortak bitkilerin o bozkır coğrafyasında olacağını biliyorduk ve vardı da zaten.

Toplayıcılığı, hayvancığı orada öğrendim. 600 kadar bitki topladım. İnsanların topladığı ya da toplamadığı ama arkeolojik olarak orada doğumlu bulduğumuz bitkileri de topladım. Gazi Üniversitesi'nde olağanüstü bir botanik ekibiyle çalıştım. Aşıklı’da bulduğumuz bitki tohumlarıyla da karşılaştırmaydı. Kadınların sahip olduğu sözel kültürün önemini ve ne kadar kayıt dışı olduklarını orada fark ettim. Tabii anlama sürecim daha da uzun oldu. Anadolu'da başka yerlerde de çalışmam gerekti ki ben bunun ne kadar önemli bir miras olduğunun farkına varayım. 

Orta Anadolu'da neler öğrendim diye baktığınız zaman, sadece kıyas için şöyle bir şey söyleyeyim; 90’lı yılların ortalarında 100’e yakınının hala kullanılıyor olduğunu öğrendim. Bu inanılmaz bir sayı. Bunlara insanlar isim vermişler, bunların 100 tanesi yenilen bitkiler. Bir kısmı tıbbi bilgilerle örtüşüyor. Bu örtüşme çok önemli çünkü şifalı diye yiyorlar bu bitkiyi. Isırgan dediğimiz - onlar dalağan diyorlar - böyle bir bitki mutlaka yenmesi gerekenlerden. Ayrıca bir sürü farklı el sanatlarında, orada burada kullanılan bitkiler bunlar. 

Ben bu çalışmayıp bitirdikten sonra herkes bana, ‘Bozkır ne ki, Ege var, Bodrum var, Bodrum'da kim bilir kaç yüz bin tane bitki vardır,” diyordu. Yine tesadüfen orada bir proje aldım ve orada çalışmak üzere bir burs bulduk. Bodrum’da Yararlı Bilgiler Araştırma Merkezi’ni oluşturduk akademik destekle. Orada gönüllüler yetiştirip, 20 kadar gönüllüyü eğitip daha geniş bir coğrafyada, Muğla ili kapsamında bir çalışma yaptım. Hep söylene gelen, ‘Bodrum’da çok ot yenir, Giritliler getirmiştir oraya’ bilgisinin bir şehir efsanesi olduğu çıktı ortaya. Orada daha fazla sayıda, 350 kadar ot dağılımı sapladık, bunun 140 kadarı yenilebilir yani Orta Anadolu'daki bir köyden çok daha fazlası olduğu doğru. Yani bir buçuk katı neredeyse ama bu çok daha geniş bir alan. 100’e yakın doğal tıbbi bitki saplandı. Daha geniş bir coğrafyaya baktığınızda daha tabii sayı artıyor. Orada 20 kişilik bir ekiple yaptığımız için daha çok kaynak kişi ile görüşüldü, daha çok bilgi derlendi. Daha sonra Buldan’da çalışmaya yaptık. Buldan bir pilot projeydi. Türkiye Bilimler Akademisi’nin pilot projesiydi. Orada, ‘Biz ot falan yemeyiz, biz bilmeyiz, çünkü biz dokumacıyız,’ diyorlardı. ‘Peki, bakacağız’ dedik ve hiç de öyle olmadığını ve bayağı çok sayıda ot ve mantar yediklerini gördük. Orada da 100 kadar gıda bitkisinin kullanılabilir olduğu köylerde çalıştık.

100’ün üstünde ilaç bitkisi olduğunu gördük. Bunların da çoğu, literatüre girmemiş bilgilerdi. Bugün artık Biyoloji ve Eczacılık Fakültelerinde Yüksek Lisans tezleri çok fazla arttı, Doktora tezlerinin de sayısı giderek artıyor ve uzmanlar, çeşitli araştırmacılar, birçok ilde bu bilgileri toplamaya çalışıyorlar somut olmayan kültürel miras çerçevesinde. Şimdi daha güvenle bakabiliyoruz yarınlara fakat bunun sürdürülebilirliğini bilemiyoruz. Çünkü bütün kuşaklar arası bağlar kopuyor kentleşmeyle. 

R.İ.: Hocam çok sağ olun verdiğiniz bilgiler için. Vakit ayırdığınız için de çok teşekkür ederim.

F.E.: Hoşça kalın, iyi günler olsun.

R.İ.: Başka bir Doğa Sohbetleri programında buluşmak üzere, hoşça kalın.